AŞKSIN SEN

AŞKSIN SEN

26 Ekim 2010 Salı

HAVASINDAN MI SUYUNDAN MI?

Bildiğiniz gibi Vatan gazetesi yazarı Mutlu Tönbekici vardı   -hala var ama anlatacağım konu geçen yıllarda olduğu için dili geçmiş zaman kullandım- Tuğçe Baran takma adı ve resmi ile köşe yazısı yazdı yıllarca, daha sonra deşifre olunca, -Pakize Suda Tuğçe Baran aslında Mutlu Tönbekici deyip duruyordu-  kimliğini açıkladı hatta Ayşe Arman’a verdiği röportajda Tuğçe Baran’ı öldürdüm demişti.

Mutlu Tönbekici’ ye sordular niye böyle bir şeye gerek duydun diye, “ kendimden şeyler anlatıyordum, özelimi, dertleşiyordum kimliğim bilinmezse daha rahat yazabilirdim demişti.

Şimdi bu lafını çok iyi anlıyorum, bu blog bir dertleşme aracı aslında benim için ama kimliğim deşifre, en azından tanıyanlar için. Mutlu Tönbekici’nin olayını okuyunca   kimliğin bilinse de dertleş demiştim kendi kendime, bu davranışı garip gelmişti.

Ama şimdi, haklıymış diyorum. İnsan içini, rahat rahat dökemiyormuş.
Bugünün havasından mı suyundan mı bilmiyorum, Gönül Ablaya mektup yazar gibi dertleşme isteğim depreşip duruyor, şelale gibi çağlamak istiyorum, dolup dolup taşıyorum. Daha doğrusu taşmak için yazmak istiyorum kağıt kalemle yada yeni jenerasyon adıyla ekran ve klavyeyle ...

Klavyenin tuşlarına bastıra bastıra yazmak, gülme ağlama ikonları yapmak istiyorum. Bütün gün yazdığım dilekçelerden sonra hala yazmaya merak duymam garip olsa da  değişik bir gücü var yazmanın, psikolojik rahatlama sağlıyor bende, Zanax almışım  gibi bir etki yapıyor.

Klavyeyle yada kalemle buluştuğumda,bulunduğum nokta, mekan birden değişiyor, psikologun Josephin tarzı koltuğuna uzanmışımda döküyorum eteğimdeki taşları sanki,   sevinmem lazım vizite ücreti ödemeden rahatlıyorum.

Aslında, bu anlamada şanslıyım iletişim kurduğum dostlarım var. tarafsız, empati yapabilen hayır yanlışsın diyebilen dostlar ama kendi kendime dertleşmekden de mutluyum, kendim çalıp kendim bir anda oynuyorum o zaman adı paylaşım olmuyor diyebilirsiniz ama bence oluyor.

Yalnızlığı seviyorum ben, kendimle baş başa kalmayı;

Atilla İlhan'ın şiirnde dediği gibi;
Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır
Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım
Bu gece dağ başları kadar yalnızım

Aslında en büyük sorunumuz, kendimizi dinlememek, kendimizi tanımamak değil mi? O kadar dış dünya ile iletişim halindeyiz ki, kendi dünyamız ile iletişimi unutmuşuz, bu  nedenle benim için yazmak, bilgisayarımın başına geçip klavyenin tuşlarına basmak içimdeki sesi beynimle buluşturup sessiz sessiz yalnız yalnız  söylenmek gibi bir şey, bir terapi...kendimle buluştuğum, kendimle tokalaştığım kendimi gördüğüm o an.
Çünkü çevremiz ile her ne kadar iletişim halinde olduğumuzu sansak da aslında iletişim kurmuyoruz sadece kendimiz anlatıyoruz ama karşımızdakini dinle-mi-yor-uz. Toplumumuzun genelinin sorunu aslında, ve stresimizinde nedeni, dinlemediğimiz için anlamıyoruz, anlamadığımız için empati yapmıyoruz, empati yapmadığımız için de anlamıyoruz.

Belkide dinlemek istemememizin nedeni de “kaçış” Çünkü, dinledikçe, karşındaki insanın kelimelerini anlamlandırdıkça,  kelimelerin arasına usulca sokulmuş bir anda ejderha misali ağzından fırlayarak kalbe saplanacak gibi duran  hayal kırıklıklarını, yalanları, kandırmaya çalışmayı görüyoruz.  Bu aralar çok kullandığım ve kocamın beni siyasi kurmaylara (?) benzettiği  o kelimeyi söyleyeceğim yine “ şeffaf olsak” değil mi? Mazeret üretmezsek neyse onu söylesek, açık açık açık…..Aslında söyleyeceğimiz şeylerin arkasına saklanıp o kelimelerin dublörlerini yollamasak havaya….

Havasından havasından, bu puslu havasından İstanbulun,biraz mağrur duruşum ve kelimelerle buluşup bir çay içme isteğim.




Hiç yorum yok:

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Related Posts with Thumbnails