AŞKSIN SEN

AŞKSIN SEN

5 Ekim 2010 Salı

BİRAZDA YONCA TOKBAŞ

Hürriyet'in çok sevdiğim yazarlarından Yonca Tokbaş, geçtiğimiz hafta "Tuvalette süt sağdınız mı"  ve "Çalışan anne isyanda" diye köşe yazısı    yazmıştı, bugünkü yazısında ise, yazdığı bu yazılara iki babadan gelen cevaplara yer vermiş.

Aslında çokta haksızlık etmemeli babalara ama anne eli değmiş gibi olmuyor işte, doğası gereği midir bilinmez ama bu bir gerçek, annelere daha çok iş düşüyor, , ama anne severek yaptığı sürece bir sıkkınlığı ve bıkkınlığı kalmıyor. Her gün bir kez daha şükür ediyorum ve dua ediyorum rabbime Kuzey'i bize verdiği için , bu nedenle ne kadar yorucu olursa olsun şikayet etmiyorum, tabi bu durumda anneyi rahatlatmakta babalara düşüyor, annenin gönlünü hoş etmek, onunla bir şeyleri paylaşmak, muhabbet etmek, akşam bir fincan kahve yada bitki çayı getirmek,( sevgili babamız kızma şimdi- nazar değmesin -yapıyor daha doğrusu yapmaya çalışıyorsun bunları)  

Örneğin dün akşama dair hayatımdan bir kesit ; akşam 18.00 gibi işten çıktım 18.20 de evdeydim, ananemiz ve dedemiz Kuzey'in banyosu için beni bekliyorlardı, üstümü çıkarır çıkarmaz birlikte banyo yaptırdık, biraz oynadık, biraz koklaştık, sonra Kuzey'in uyku vakti geldi. Üç dört gündür kucağımda bana sarılarak uyumak istiyor, annem "kokunu özlüyor "diyor.
 Koklaşa koklaşa oğlum 19.30 gibi uyudu, hemen mutfağa koşturdum, dünden kalma yemeklerimin yanına bir kaç aperitif hazırladım, evi toparladım, toz aldım ( alerjim nedeniyle her gün toz alıyorum) süt pompalarını ve biberonları steril ettim, Kuzey'in kıyafetlerini makineye attım, sofrayı hazırladım. Babamız geldi, birlikte yemek yedik, sofrayı kaldırdık.Saat 20.20 oldu. Kuzey'in beslenmesine 40 dakika kaldı.  Biraz Ezel'i izledim reklam arası süt sağdım. Saat 21.00 Kuzey'in beslenme saati, besle, gazını çıkar, altını al saat 22.00, bir yandan Ezel'e bakıyorum, bir yandan çocuk gelişim kitaplarımdan birini okuyorum. Bu arada pc başına geçip Kuzeyin sayfası için bişeyler karalıyorum hoop bir reklam arası daha çamaşırları asıyorum ( yarın bu aktivite yerine ütü gelecek) . Saat böylece 23.30 oluyor tekrar süt sağıyorum. Bugünün 4 Ekim olduğu ve Kuzey'in beş aylık olduğu aklıma geliyor, sevgilimi çağırıyorum bari uyurken resmini çekelim diyorum, babamız resmi çekiyor bense mutfağa biberonları ve pompaları steril etmeye gidiyorum.Bazen bu görevi sevgilime devrediyorum, yatıyorum, saat 24.30 sevgili baba, Kuzey'i beslemeye çalışıyor ama 30 cc den fazla almıyor, mıkırdanmalar arasında uyuyamıyorum, uyumamız saat 01.00'i buluyor. Gece 2.30 Kuzey mıkmıklanıyor ve besliyorum saat 05.00 Kuzey mıkmıklanıyor ve besliyorum saat 06.30 Kuzey mıkmıklanıyor ama aç değil,  oyun zamanımız, oyun oynuyoruz saat 07.00, süt sağıyorum, çayı koyuyorum , tekrar steril zamanı, ananemiz geliyor Kuzey'i teslim edip giyinmeye başlıyorum, kahvaltıya oturuyorum Kuzey kucağımda biraz daha koklamak istiyorum saat: 07.45 vedalaşarak işe geliyorum hemde nasıl bir enerji ile insan çocuk sahibi olduğunda sanırım red bull içmiş gibi bir hal alıyor.

Bu şekilde zorluklarını yaşasamda her gün bir kez daha şükür ediyorum  ışık hızı ile yaşasak da, Kuzey'den önceki hayatımda hep bişeyler noksanmış meğer diyorum.
Belki de bu ışık hızının,en büyük nedeni,büyük şehirin zorluğudur biraz ne dersiniz;


Şimdi babalardan gelen yazılarada yer verelim yorumlar sizden ;


Sevgili Yonca Tokbaş,

Ben 2 kız babasıyım. Biri 5 yaşında, diğeri 2 yaşında. Ufaklığı her akşam ayağımda sallayarak uyutuyorum ve sonra her sabah 06:30 da o kaldırıyor beni: "Baba mama mama..." diye. Kalkıyorum yediriyorum, sonra zorla büyüğü kaldırıyorum, onu da yediriyorum. Kör topal tabi. Bu arada eşim de kalkıyor, ben beslenme çantalarını hazırlarken o da çocukları giydiriyor. Sonra alıyorum onları arabayla kreşe götürüyorum. Oradan koşa koşa her sabah saat 08:45’de yaptığımız takım toplantısına yetişmeye çalışıyorum. Akşamları 17:30’da çıkıp 18:00’a kadar çocukları alabilmek için yine koşturuyorum. Kreşten alıyorum, yanıma elma, armut, muz alıyorum ki yolda bir güzel yesinler diye. Onlar yorgun oldukları için arabada uyuya kalıyorlar. Park yerinde hangisini nasıl kucağıma aldığıma şaşırarak, biri bir kolumda diğeri diğer kolumda uykudalarken eve çıkarıyorum.
Bazı akşamlar 10 dakikalığına şunu bunu doğra, yemeği ocağa koy, altını kıs ki yanmasın filan diye eve uğrayıp kreşe öyle koşuyorum ki böylece biz gelene kadar yemekler hazır olsun diye. Bazen akşamları toplantı oluyor, ha bitti ha bitecek geç kaldım kreşe diye devamlı saate bakarken kimin ne dediği aklımda bile kalmıyor.
“Eşin nerede be adam?” derseniz, o da çalışıyor. O da yoruluyor tabi. Hem iş, hem evdeki işler, hem çocuklar... bari çocuklarla ben isyan edeyim diyorum.

Şimdi söyler misiniz bana; anneler isyanda da, babalar vur patlasın çal oynasın, el işte göz oynaşta mı yani?

Asıl önemlisi, zavallı miniklerimiz değil mi peki?

O yavrucaklar bu koşturmaca ve hengamenin içinde, bizlerin işlerinden, parasından daha mı önemli ki, kimbilir kimlerin elinde nasıl büyüyorlar?

Allah hepimize yardım etsin. Bu dünya, bu teknoloji, bu koşturmaca, bu stres, bu iş, bu güç...

Saygılarımla,

Kerem S.

***

Yonca,

Yazınla ilgili baktım da, facebookda bütün yorumlar kadınlardan gelmiş! Aslına bakarsan, birçok erkek de sizin gibi aynı duyguları yaşıyor; ama maço kültür erkeğin görev sınırlarını (o da ne demekse?) çit gibi sınırlarla belirlemiş. O yüzden erkek maçoluğuna devam eder gibi yaparken, kadının sırtına yük iki defa biniyor.

Batı ile Doğu arasında iş yaşamına bakış açısından korkunç farklar var.

Batıda kadın 1 sene ücretli, 1 sene de ücretsiz doğum izni hakkına sahip. İşe dönerken de sorun yaşamaz. İşini kaybetme riski olmaz. Erkek için babalık izni ücretli 2 hafta. Ancak kanun her erkeğin, her bir çocugu için 13 haftaya kadar ücretsiz izin alma hakkını baki tutuyor.

Şirketler bundan hoşlanmasa da, en kötü psikolojik olarak kariyer baskısı yapıyorlar; ama onu da açık açık yapmaları kolay değil.

En önemli husus aslında ast-üst ilişkisi ve toplumsal yapı.

Akdeniz ve Doğu kültürlerinde hiyerarşi o kadar baskın ki; üst ilah (hatta Tanrı), ast ise gerçek köle durumunda. Bu sistemle kişiliğini yitirmiş insan tipi yaratılmış durumda. İşin kötüsü şikayet edenler, iş kaybetme korkularından ortak hareket edemeyecek noktaya gelmişler.
Bir arkadaşım tüm departmanın fazla mesaiden şikayet ettiğini; ama “Ortak hareket edelim” deyince de, kimsenin ses çıkarmadığını, geç saatlere kadar çalışmaya devam ettiğini söylüyor. Buna ne demeli?

Hala bir çok şirket bizde ilk yıl çalışanına izin bile vermez. Bu saçmalık Batıda yoktur. Akıl ve mantıkla bu işi çözmüşler. Eğer 25 işgünü iznin varsa bu 12’ye bölünür ve aylık izin süren çıkar. Mesela ben işime 20 Kasım’da başlamıştım, Aralık’da “Alim 2 gün iznin var” diye mesaj aldım. “Ne izini yahu, daha yeni işe girdim!” derken anladım ki hesap ortada. Gel de bu yaklaşımı Türkiye'de uygulat!

Bilesin ki, ben de sizlerle aynı duyguları yaşıyorum. Kızımın tiyatro gösterisini kaçırdığımda ben de gözyaşı döküyorum.

Soru şu:

Sisteme mi, yoksa hem şikayet edip hem de topluca hareket edemeyen çalışana mı kızmalı?

Alim E.

Hiç yorum yok:

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Related Posts with Thumbnails